Geçen sene, yine rastgele bir gecenin köründe (hangi tarih olduğunu unuttum), her yıl bir defa okumayı gelenek haline getirdiğim Liz’in kitabı hakkında ve üzerimdeki etkisiyle ilgili biraz zırvalamıştım. Yarı uykulu halde olunca fazla dramatik oluyor. Ve ben drama queen halimden pek hoşlanmam. Parça parça zırvaladığım o yazıyı toparlayıp bir yayın hâline getirmek istedim.
Uzun zaman önce, “olmaz” dediklerimin olabildiğini gördüğüm, kırılıp döküldüğüm, her zaman gardımı sağlam tutmam gerektiğini anladığım bir an yaşadım. İzlerini hâlen taşıyorum. Çünkü bazı yaralar kolay iyileşmez. Artık benim için anlamı farklı; olabildiğine derin, yıkıcı ve bir o kadar güzel.
Liz'in kitabını çok kez okumuş, filmini repliklerini ezberleyecek kadar çok izlemiş biri olarak, ilk defa bu sefer bu kitapta kendimi gördüm. Sadece duygularımı ve düşüncelerimizin aynı olmasını değil, olayları yaşadığımız yaş bile aynıydı. İtiraf ediyorum, bu benim açımdan birazCIK tuhaf. Çok fazla etkilenerek kendi kehanetimi mi gerçekleştirdim diye düşündüm. Ancak yaşadıklarıma derinlemesine baktığımda, kesinlikle alakası olmadığına emin oldum. Gerçekleşmesi gereken, geç kalınmış bir hikâyeydi.
“Daha fazla evli kalmak istemiyorum.”
Bu düşünceyi görmezden gelmek için epey çabalasa da, dediği gibi gerçekler ısrarcıydı. Utancı, korkuları ve kafa karışıklığından oluşan gözyaşı gölünün ortasında, ya da kederinin zavallılık gölünde (kendisi kederini böyle anlatıyor) söylediği buydu:
Daha fazla evli kalmak istemiyorum.
Eğer bu adımı atmasaydı, belki de o zavallılık gölünde boğulup gidecekti.
Ve aynı zamanda bana bu şans altın tepside elime sunulmasaydı, belki ben de kendi zavallılık gölümde boğulacaktım.
Bu hayatı, bu insanı ben istememiş miydim? (Liz’in kendine sorduğu gibi.) Hiçbir şey ilk gün gibi kalmıyor. Aynı kalmasını beklemek, pek tabii hata olurdu. Peki, toksik bir hâl alıyorsa, asıl çıkmaza sokan o değil midir?
Liz’in banyoda yankılanan sözleri ile:
“Daha fazla evli kalmak istemiyorum.”
Ve:
“Terk etmekten daha fazla katlanılmaz olan tek şey, kalmaktı. Kalmaktan daha imkânsız olan şeyse, terk etmekti.”
Liz şöyle devam ediyor:
İki kadın konuşuyordu ve biri diğerine şöyle diyordu:
“Eğer birini gerçekten tanımak istiyorsan, ondan boşanmalısın.”
Bu sahiden doğru. Birini gerçekten tanımak için onunla aynı yerde yaşamalı, kavga etmeli ve boşanmalısın. Gerçek duygular (ya da gerçek yüz mü demeliyim?) böyle kritik anlarda ortaya çıkmaz mı?
Bu, insanın kendini tanıması için de geçerli değil midir?
Ama kişi öyle bir durumda kendini görmek yerine, karşısındakine odaklanmayı seçiyor. Kendimi kavga ederken sevmem.
Bu cümle çok şeyi açıklıyor.
Her ne kadar olaylar yaşanırken bunun farkında olmasam da, şu an bunun farkında olmak ve olmak istediğim insanın öyle bir profil olmadığını fark etmek, benim için gerçek bir dönüşüm çağrısıydı.
“Yıkım bir hediyedir. Yıkım dönüşüme ve değişime giden yoldur”
Okudum ve seni hissederek anladım....
YanıtlaSilYıkım, gerçekten dönüşüme ve değişime giden en iyi yoldur. Yakında düğünüm var ve yıkımsız bir gelecek hayal ediyorum tabii ki ilişkimde :D Ama hayatın kalanında yıkımın mükemmel bir motivasyon olduğunu söyleyebilirim. Yıkımdan korkmayın, yıkın. Bir programla cebelleşirken yoruldunuz mu? Silin ve yenisiyle uğraşın. Excel'de çözemediğiniz sorunlar oldu ve bu da sizi yabancılaştırdı mı işinize karşı? Silin ve daha iyisini yapın. Tasarımınızda çıkılmaz noktalar mı gördünüz? Veya bir şeyleri değiştirmeniz gerekirken çok mu yoruldunuz? Silin baştan yapın. Güvensizlikle veya sevgisizlikle ilerleyen bir ilişkiniz mi var? Yıkın ve daha iyisini inşa edin. Bir şeyler sizi zorluyorsa vazgeçin ve daha iyisi için kendinizi motive edin. Belki de senin anlatmak istediğin bambaşkaydı ama ben bugün kendime uzun zaman sonra ilk defa vakit ayırdım ve onlarca blog okuyup düşüncelerimi döktüm yorumlara :D Belki de bu yüzden gereksiz saptırmış oldum. Başlığın bende uyandırdıkları bunlar oldu. Bunların dışında mutlaka izlemeyi veya okumayı not ediyorum unutmazsam ilk fırsatta daha iyi anlayacağım seni :)
YanıtlaSil