KADIN GİRİŞİMCİ VE BLOG YAZARI: BERNA ODUNCU


Kendi yolunu çizen ve hayallerini gerçeğe dönüştüren insanlara bayılıyorum, hele kadınlara ise daha çok bayılıyorum. Bugünkü konumuzda Berna'nın blog yazarlığına keşfe çıkıyor ve kurucusu olduğu Be So Busy'nin perde arkasını aralıyoruz!

Sevgili Simya, öncelikle bu nazik röportaj teklifin için yürekten teşekkür ederim. Kendi yolculuğuma bu sohbet aracılığıyla yeniden dönüp bakmak benim için hem anlamlı hem de ilham verici bir deneyim oldu. Seni severek ve ilgiyle takip eden biri olarak blogunda yer almak benim için gerçekten çok kıymetli. Keyifli soruların ve zarif yaklaşımın için sonsuz sevgiler!


Seni ilgiyle ve sevgiyle takip eden biri olarak seninle röportaj yapmak benim için de çok kıymetli. Böylece seni daha yakından tanıma fırsatı buldum. ❤  Çok teşekkür ederim! 

kadın-girisimci-ve-blog-yazari-berna-oduncu


Bize kendini anlatır mısın? Berna Oduncu kimdir?
Hemen hemen herkeste olduğu gibi kendimden doğrudan bahsetmek hiçbir zaman kolay olmadı; kelimeleri seçerken en çok zorlandığım yer belki de burası. Ama bir yerden başlamak gerekirse, ben Berna. 2003 yılında Fethiye’de doğdum, şu anda 21 yaşındayım. İzmir Ekonomi Üniversitesi Sinema ve Dijital Medya bölümünde son sınıf öğrencisiyim. Aynı zamanda yaratım süreciyle beni heyecanlandıran yeni markam Be So Busy’nin kurucusuyum. Yazıyla kurduğum bağ ise çok daha eskiye uzanıyor; 14 yaşından bu yana bernaoduncu.com adlı kişisel blogumda yazıyor, iç dünyamı kelimelerle görünür kılmaya çalışıyorum. Tüm bunların yanında dijital içerik üretimi ve sosyal medya yönetimiyle de ilgileniyor, bu alandaki deneyimimi hem kendi projelerimde hem de farklı markalarda aktif olarak kullanıyorum. Sinema eğitimimin etkisiyle kısa film ve belgesel projeleri üretmeye de devam ediyorum.

Blog yazmaya ne zaman ve neden başladın? 
Blog yazmaya 2017 yazında, tam da doğum günümde başladım. O zamanlar zihnimdeki fikirleri bir yere dökmenin en iyi yolunun yazmak olduğunu keşfetmiştim. Sessiz düşündüklerimi görünür kılmak, kelimelerle kendime alan açmak çok iyi geliyordu. Zamanla bu bir alışkanlıktan çok bir ihtiyaç haline geldi. Yazmak, kendime temas etmenin en net yollarından biri hâlâ. 
Blog yazmak bana en çok “bir şeyler yapmalıyım” hissiyle ilham verdi. Harekete geçme arzumla birlikte yazmaya her zaman yakın oluşum birleşince; kendi fikirlerimi, düşüncelerimi ve araştırmalarımı görünür kılmak istedim. Belki de bir yerlerde okuyan birine ilham olabilirim düşüncesiyle bernaoduncu.com’u kurdum. O günden bu yana da yazmak, hem kendi yolculuğumun bir parçası hem de kendime açtığım bir alan oldu.

İlk yazının hikayesi...
İlk yazım, o dönem eserleriyle beni derinden etkileyen Van Gogh üzerineydi. Kendisi ve eserleri hakkında araştırmalar yapmış, onun hayatına ve sanatına dair öğrendiklerimi paylaşmak istemiştim. 29 Temmuz, yani ölüm yıl dönümü, aynı zamanda benim doğum günüm olunca bunun güzel bir başlangıç olacağına inanarak ilk yazımı o gün yayınladım. İlk yazımı paylaştığımdaki heyecanı hala hatırlıyorum. Kendi çabamla bir şeyler üretmiş olmanın vermiş olduğu mutluluk çok farklıydı. 
Zamanla bu platform yalnızca yazdıklarımı değil, aynı zamanda dönüşümümü de taşıyan bir alana dönüştü. Yazdıkça kendimi daha yakından tanımaya, iç sesimi daha net duymaya başladım. Elbette bazı dönemler oldu ki geri çekildim; kelimelere mesafe koyduğum zamanlar yaşadım. Bunun en büyük nedeni sanırım yazmanın gerçekten odaklanma ve emek isteyen bir süreç olması.
Bazen yalnızca günlük yoğunluklar değil, ‘acaba bu yazı her şeyiyle eksiksiz oldu mu?’ hissi de beni durdurabiliyor. Sanırım bu noktada devreye biraz da mükemmeliyetçilik giriyor. Bir şeyin tam içime sinmesini beklerken yazmayı erteliyorum. Oysa çoğu zaman yazmak, sadece oturup başlamaya cesaret etmekle ilgili. Bu farkındalık içimde yeşerdikçe, yazıya olan dönüşümüm de yavaş ama kararlı adımlarla yeniden başlıyor. Dönüp baktığımda, bu blog sadece geçmişteki Berna’nın değil, bugünkü halimin de temellerini taşıyor. Yazmak hâlâ benim için en güçlü ifade biçimlerinden biri. Bu yüzden geri dönmek, tekrar yazmak ve kelimelerle yeniden bağ kurmak istiyorum. Belki her şey kusursuz olmayacak ama samimi olacak, gerçek olacak. Ve bu da bana yetiyor.

İçerik oluşturmadan önce kendini zorlar mısın yoksa ilham gelmesini bekleyenlerden misin?
Klişe ama ilham çoğu zaman yolda gelir, yeter ki yola çık. 
Açıkçası bu konuda ikisinin arasında bir yerdeyim. Bazen içimden taşan bir şeyler oluyor ve hemen yazmak, üretmek istiyorum; o anlarda ilhamın gelişini kaçırmamak için ne yapıyorsam bırakıp içeriğe yöneliyorum. Ama her zaman öyle olmuyor. Özellikle belirli bir zaman çizelgesine bağlı çalışmam gereken dönemlerde ilhamı beklemek lüks olabiliyor. Bu gibi zamanlarda kendimi hafifçe zorlayarak başlıyorum ve çoğu zaman o 'başlamış olmak' bile beni sürecin içine çekmeye yetiyor.
Yani ilhamı beklemek güzel ama her zaman sürdürülebilir değil. Ben artık kendime şunu hatırlatıyorum: Klişe ama ilham çoğu zaman yolda gelir, yeter ki yola çık. Bunu sadece içerik üretiminde değil, aslında hayatın pek çok alanı için de düşünebiliriz. O an çok keyfim olmasa bile küçük de olsa bir adım atmak, minik bir katkı koymak zamanla birikiyor. Belki o gün hiçbir şey çıkmıyor, ama birkaç hafta sonra dönüp baktığımda bir şeylerin filizlendiğini görebiliyorum. Bence bazen üretmenin en güçlü hali, ilham değil istikrar oluyor. Küçük adımlar, büyük dönüşümlerin başlangıcı olabiliyor.

Bir yazının yayınlanma süreci nasıl gelişiyor? 
Bir yazının yayınlanma süreci genellikle oldukça organik başlıyor. Konular çoğunlukla zaten hali hazırda ilgilendiğim alanlardan ya da o dönem merak ettiğim, üzerine daha fazla şey öğrenmek istediğim konulardan çıkıyor. İlgi duyduğum bir başlık belirledikten sonra önce küçük bir araştırma yapıyorum; bazen okuduğum bir kitap, izlediğim bir film ya da duyduğum bir cümle bile başlangıç noktası olabiliyor.
Yazıya başlamadan önce kafamda bir çerçeve oluşturuyorum: Neyi anlatmak istiyorum, okuyucu neyle karşılaşsın, yazının ritmi nasıl ilerlesin? Bu sorular doğrultusunda bir öncelik sıralaması yapıyor, bazen madde madde ilerliyor, bazen de yazının kendi akışına bırakıyorum. Yazarken çoğu zaman ilk cümleler kolay gelmiyor ama bir kere ritmi yakalayınca gerisi geliyor. Sonrasında birkaç kez okuyup sadeleştiriyor, gerekiyorsa tekrar araştırma yapıyor ve içime sindiğinde yayınlıyorum.

Blogunda bana ilham veren ve okumaktan keyif aldığım yazılarından biri yeni yıl hedeflerin. Peki, 2025 için yeni yıl hedeflerin neler ?
Bu yazı konsepti gerçekten benim de favorilerimden. Her yıl sonunda oturup hem geçmişe dönüp bakmak hem de yeni başlangıçlar için niyetler belirlemek bana iyi geliyor. Okuyucularımdan da bu yazının samimi bir karşılık bulduğunu hissetmek, ayrıca çok motive edici. Sanırım yeni yıl hedefleri, bizi ortak bir duyguda ve taze bir başlangıç arzusunda buluşturuyor.
2025 hedeflerime gelirsek... Elbette en başta markamı daha çok kişiye ulaştırmak, üretim sürecini genişletmek ve yeni koleksiyonlarla büyütmek var. Bunun yanında bu yıl, kendime daha sade ve sürdürülebilir bir yaşam düzeni kurmak istiyorum. Daha çok üretmek ama bu üretimin içinde kendime de alan açmak… Bloguma düzenli olarak dönmek, diğer yaratıcı projelerime zaman ayırmak, hatta belki yeni bir kısa film için ilk adımı atmak bu yılki hedeflerim arasında.
Ayrıca günlük yaşamda küçük ama etkili rutinlerin gücüne çok inanıyorum. Sabah uyandığımda kendime ayırdığım o sessiz vakti, ya da akşamüstü yürüyüşlerini daha istikrarlı hale getirmek istiyorum. Buna ek olarak aynı anda birden fazla işle ilgilendiğim için, bu yıl önceliklerimi daha net belirleyip her şeyi daha planlı ve dengeli bir düzene oturtmak istiyorum. Ayrıca zamanın ne kadar hızlı geçtiğini her geçen gün daha çok fark ediyorum; bu yüzden zamanımı daha bilinçli ve verimli değerlendirmek de hedeflerim arasında.
Ve belki de en önemlisi: Her şeyi aynı anda kontrol etmeye çalışmak yerine biraz yavaşlamayı, sürecin doğal akışına güvenmeyi öğrenmek... Çünkü bazen en güzel şeyler, planlamadıklarımızdan doğuyor. 

Blog yazmak isteyenlere bir tavsiye verecek olursan?
Yazarken kusursuz olmaya çalışmaktansa, kendinize ait bir ses bulmaya odaklanın.
Blog yazmak isteyenlere verebileceğim en içten tavsiye şu olurdu: Bir şeyler öğrenme arzunuzu ve bunu paylaşma isteğinizi canlı tutun. Çünkü aslında blog yazmak yalnızca bilgi aktarmak değil; aynı zamanda kendi iç dünyanı açmak, düşüncelerine yön vermek ve zamanla o düşüncelerin nasıl evrildiğini görebilmekle ilgili. Ben yazmaya erken bir yaşta başladım. O yaşlardaki heyecanımla kaleme aldığım cümleler, bugün geriye dönüp baktığımda hem gelişimimi hem de o zamanki hislerimi bana yeniden hatırlatıyor. Blog tutmak dijital bir günlük gibi, yolculuğunuzun izini sürebileceğiniz çok özel bir alan. O yüzden yazarken kusursuz olmaya çalışmaktansa, kendinize ait bir ses bulmaya odaklanın. Zamanla o ses, başkaları için de bir ilham kaynağına dönüşebilir.

kadın-girisimci-ve-blog-yazari-berna-oduncu

Gelelim Be So Busy markasına! Yakın zamanda markanı duyurdun, bunu heyecanla bekleyenlerden biri de bendim ve tüm süreci çok merak ediyorum. Bu fikir nasıl ortaya çıktı? 🎀
Öncelikle bu heyecanı benimle paylaştığın için çok teşekkür ederim! 2023 yılında olması lazım, bu röportaj teklifi senden o zaman gelmişti ve ben de bir proje üzerinde çalıştığımı, bu yazının o projemi gerçekleştirdiğim zaman benim için çok daha anlamlı olacağını söylemiştim. Sen de beni heyecanla ve sabırla bekledin. Bunun için çok minnettarım. Aradan yaklaşık iki yıl geçmiş olsa da, bugün bunu başarmış biri olarak yazıyor olmak bana gerçekten çok iyi hissettiriyor. 
Be So Busy uzun zamandır içimde büyüyen bir fikirdi. Aslında bu markanın temeli, kendi hayatımda düzen kurma ve üretken olma çabalarımla atıldı diyebilirim. Kimi zaman çok yoğun, kimi zaman çok dağınık hissettiğim dönemlerde; ajandalar, not defterleri, yazma alışkanlıkları bana hep iyi geldi. Zamanla şunu fark ettim: Kendimle meşgul olmak, içime dönmek, üretmek ve planlamak sadece günü değil, hayatı daha anlamlı hâle getiriyor.

İşte bu düşünceyle “Be So Busy with Yourself” sloganı doğdu. Yani 'Kendinle Meşgul Ol' çağrısı. Be So Busy sadece bir ajanda markası değil; bir yaşam biçimini hatırlatan, sadeleşmeye, üretmeye ve kendine alan açmaya davet eden bir yaklaşım. İlk koleksiyonumuzda da tam olarak bu fikirle yola çıktık. Her detayıyla hem işlevsel hem de estetik ürünler tasarlamaya çalıştım. Hem planlamaya yardımcı olan hem de kullanıcıya ilham veren, sade ama güçlü tasarımlar ortaya çıksın istedim.

Araya giriyorum, slogana ve anlamına bayıldım!

İlk ürettirdiğim ürünler, monogram baskı ile kişiselleştirilebilen premium refill ajandalar oldu. Refill özelliği, hem sürdürülebilirlik hem de kullanıcıların ajandalarını kendi ihtiyaçlarına göre inşa edebilmesi açısından benim için çok değerliydi. Kişiselleştirme imkânı sayesinde ise her ajandanın, sahibine özel ve anlamlı bir parçaya dönüşmesini istedim. 

Her bir yaratıcı süreciyle birebir ilgilenen biri olarak, bu yolculuk bana gerçekten çok şey kattı. Tasarım sürecinden kullanılan malzemelerin araştırılmasına, paketleme detaylarından sosyal medya içeriklerinin hazırlanmasına kadar her aşamasında yer almak; hem üretimin inceliklerini öğrenmemi sağladı hem de markama olan bağlılığımı daha da güçlendirdi. Her detayın özenle düşünülmesi gerektiğini, küçük bir kararın bile bütün hissi etkileyebileceğini bu süreçte deneyimleyerek öğrendim. 
İlerleyen süreçte markayı daha geniş bir ürün skalasıyla büyüterek bir lifestyle markasına dönüştürmeyi hedefliyorum. Çünkü Be So Busy isminin taşıdığı anlam da tam olarak burada saklı: kendinle meşgul olmak, kendi hayatını anlamlı detaylarla inşa etmek ve bu süreci keyifli bir rutine dönüştürebilmek. Bu yolculuk benim için hâlâ çok yeni ama bir o kadar da özel. Her adımını öğrenerek, severek ve gerçekten içime sinerek atıyorum. Umarım Be So Busy, benim için olduğu kadar başkalarının da günlük yaşamına ilham ve denge katabilir.

kadın-girisimci-ve-blog-yazari-berna-oduncu

Marka adının çıkış noktasından biraz bahsettin ama ben daha derinine inmek istiyorum: Marka adını nasıl oluşturdun?
Marka adını oluşturmak aslında uzun bir düşünme sürecinin sonunda geldi ama bir o kadar da içimden geldiği gibi oldu. Kendi hayatıma baktığımda, yoğunluk çoğu zaman dışarıdan dayatılan bir şeydi: işler, sorumluluklar, beklentiler… Ama ben bu yoğunluğu içe çevirmeyi, kendimle meşgul olmayı seçtim. İşte Be So Busy fikri tam olarak buradan doğdu. ‘Be so busy with Yourself’ yani ‘kendinle meşgul ol’ çağrısı, benim için hem üretmekle hem de içe dönmekle ilgili bir motivasyon cümlesine dönüştü. 
İsim arayışı sırasında defterime birçok anahtar kelime karalamıştım. Be So Busy ismini bulduğumda, hem taşıdığı anlam içime sindi hem de kısaltması olan “BSB”nin, adımın baş harfi olan “B”yi içermesi ayrıca hoşuma gitti. Bu yönüyle hem kişisel hem de anlam katmanları olan güçlü bir sembole dönüştü. O dönemde bu isme dair notlarım masaüstümde, defterlerimde, telefonumda sıkça karşıma çıkıyordu. Sanki zihnimde yavaş yavaş yer edinen bir düşüncenin kelimelere dönüşmüş haliydi.
Bu ismin sadece bana değil, başkalarına da ilham verdiğine inanıyorum. 

Kesinlikle ilham veriyor...

Çünkü Be So Busy yalnızca bir marka ismi değil; aynı zamanda bir hatırlatma: Kendine dön, üret, düşün, hisset… Kendi yolculuğuna odaklan. Günün sonunda bu markanın adı da felsefesi de tam olarak buradan doğdu.

Kadın girişimci olarak bir rol modelin var mı?
Kendi ülkemizden aklıma ilk gelen isim Özlem Güsar. Onun özellikle lüks marka iletişimi konusundaki uzmanlığı ve vizyonu beni her zaman etkilemiştir. Hem zarif bir duruşu hem de stratejik bir derinliği var. Kadınların iş dünyasında güçlü ama aynı zamanda incelikli bir yer edinmesini temsil eden biri olarak bana ilham veriyor. Konuşmalarını saatlerce, hiç sıkılmadan dinleyebilirim. Kesinlikle ışıldayan bir kadın!
Globalde ise aklıma gelen ilk isimlerden biri Huda Kattan. Kendi mutfağında başlattığı bir girişimi dünya çapında bir güzellik imparatorluğuna dönüştürmesi gerçekten ilham verici. Cesareti, tutkusu ve kendi hikâyesini yaratma biçimi bana hep “sıfırdan başlamak mümkün” duygusunu hatırlatıyor. 
Onun birkaç röportajında verdiği bir tavsiye ise hâlâ aklımda ve ajandamın inspiration of the week kısmında yer verdiğim cümlelerden biri. 
Aynen şunu söylüyor: 
“A lot of times we think we need to do everything in a really polished form, and being scrappy is one of the most amazing qualities you can have as a founder.”
Çoğu zaman her şeyi kusursuz ve pürüzsüz bir şekilde yapmamız gerektiğini düşünürüz; oysa yaratıcı bir girişimci olarak ‘elindekilerle en iyisini yapma’ becerisi sahip olunabilecek en değerli özelliklerden biridir.

Bu söz bana mükemmeliyetçiliğe takılmadan harekete geçmenin ne kadar kıymetli olduğunu hatırlatıyor.
kadın-girisimci-ve-blog-yazari-berna-oduncu

Marka kurmak heyecan verici bir yolculuk aynı zamanda epey zor olsa gerek. Özellikle bir kadın girişimci olarak. Karşılaştığın zorluklar nelerdi ve bu zorlukları nasıl aştın?

Gerçekten de marka kurmak heyecan verici olduğu kadar yorucu ve sabır isteyen bir süreç. Özellikle her şeyi sıfırdan öğrenerek, tüm süreçle birebir ilgilenerek ilerlemek durumunda kaldığım için zaman zaman oldukça zorlandım. Bir kadın girişimci olarak üretim süreçlerinde karar verici konumda olmak ya da bazı teknik detaylara hâkimiyet göstermek her zaman kolay olmadı. Ama bu zorluklar beni yıldırmaktansa daha dirençli ve kararlı biri haline getirdi. Özellikle sürecin her aşamasıyla birebir ilgilendiğim için üzerimdeki sorumluluk daha da fazlaydı. Üretim süreci boyunca İzmir, İstanbul ve Fethiye arasında sık sık yaptığım seyahatler fiziksel ve zihinsel olarak yoğun geçti ama esnaflarla oturup sohbet etmek, ürünler hakkında konuşurken çaylarını içmek işin keyifli kısmıydı. :D
Bir yandan en iyisini yapma isteğimle yanıp tutuşurken, öte yandan bu mükemmeliyetçilik hali beni zaman zaman çalışmaktan, üretmekten uzaklaştırdı. Bazen sadece başlamak bile güç olabiliyor. Üstelik işin bir de finansal boyutu var: Marka kurma sürecine başlarken sermaye gerçekten çok önemli çünkü beklemediğiniz birçok kalem çıkabiliyor. Özellikle ilk üretimde, malzeme seçiminden baskıya, paketlemeden kargo sürecine kadar her detay birer yatırım alanı haline geliyor. 
Yine de karşılaştığım her zorluk, bir şekilde öğrenmeye ve gelişmeye alan açtı. Kendime ve fikrime inandıkça, dışarıdan gelen sesler giderek daha az etkili olmaya başladı. Şimdi geriye dönüp baktığımda, o meşakkatli anların her biri bu markayı gerçekten “benim” yapan parçalar gibi geliyor.

kadın-girisimci-ve-blog-yazari-berna-oduncu

Son olarak, kadın girişimcilere bir tavsiye vermek ister misin?
Her şey mükemmel olmasa da başlayın. Çünkü gerçekten istemek, harekete geçmenin en büyük motivasyonu. Elbette zorlandığınız anlar olacak; kendinizi yetersiz hissettiğiniz, vazgeçmeyi düşündüğünüz zamanlar da... Ama tam da o anlarda devam etmek, sizi diğerlerinden ayıran şey olacak.
Kendinizi başkalarıyla kıyaslamak yerine kendi sürecinize odaklanın. Küçük adımları hafife almayın çünkü asıl dönüşüm onlarda gizli. En önemlisi ise şu: Sesinizin duyulmaya değer olduğunu unutmayın. Fikriniz, emeğiniz ve bakış açınız biricik. İzin vermeyin hiçbir ses, sizin kendi iç sesinizin önüne geçsin.
Sohbetimize ortak olanlara önerilerin
Bir film: Film seçmek benim için her zaman zor olmuştur. Bu yüzden bu soruya uzun metrajlı bir filmle değil, kendi işimiz olan bir belgeselle cevap vermek istiyorum. Umarım kabul olur :D
Arkadaşımla birlikte yönettiğimiz ve bize Altın Koza’da En İyi Öğrenci Belgeseli ödülünü kazandıran “In My Early Twenties / Yirmili Yaşlarımın Başında” belgeselini tavsiye etmek isterim. Hem bizim yaşadığımız dönemin ruhuna hem de kendi arayışlarımıza ayna tutan bu proje, benim için çok özel bir yerde duruyor. Buradan izleyebilirsiniz:  https://www.youtube.com/watch?v=DeSYdN4zY6I&t=2s
Bir dizi: 2 Broke Girls Hem eğlenceli hem de girişimcilik ruhunu hatırlatan bol kahkahalı bir dizi.
Yaşadığım yerde bir mekân: Fethiye’deyseniz mutlaka Santeli’ye uğrayın. Hem ruhu hem kahvesi çok güzel. Ürünleri hep taze ve el yapımı. Özellikle kahvaltısı ve Anne Tabağı benim favorim. Giden herkesin denemesini öneririm.
Bir kitap: Montaigne – Denemeler. Hayata, insana ve düşünmeye dair ne çok şey varmış dedirten türden.
Seni harekete geçiren bir söz: “Başlamak için mükemmel olmana gerek yok ama mükemmel olmak için başlamak zorundasın.” – Zig Ziglar

🫧⏰💼☕🥐
Bonus
Bize bir gününü anlat desek? Bir gününe Be So Busy'nin katkısı büyüktür sanırım. :)
Günlerim çok sabit bir düzende geçmese de kendime iyi gelen bazı küçük ritüellerim var. Sabahları mutlaka kendime zaman ayırmaya çalışıyorum. Kahvaltıdan sonra kahvemi yapıp sessiz bir köşede oturmak, o günün ruhunu hissetmek bana iyi geliyor. Günlük işlerime başlamadan önce ajandamla günü planlıyorum. Küçük ama net hedefler belirlemek, günün akışını daha verimli ve anlamlı hale getiriyor. Günün devamı, o haftaki önceliklere göre değişiyor. Bazen içerik üretiyorum, bazen bir şeyler yazıyorum, bazen üretim ya da planlama toplantılarına odaklanıyorum. Birden fazla işle ilgilendiğim için parçalı çalışmayı öğrendim diyebilirim ama gün içinde nefes alacak küçük boşluklar yaratmayı da ihmal etmiyorum.
Akşamları ise mümkün olduğunca ekranlardan uzak kalmaya çalışıyorum. Hafif bir yürüyüş, bir bitki çayı ve yatmadan önce ajandama o günle ilgili birkaç not yazmak, günle vedalaşma rutinim oldu diyebilirim. Kimi zaman sadece bir kelime, kimi zaman uzun uzun düşünceler... Ama günün sonunda kendimle bağlantıda kalabildiğim bir kapanış yapmaya çalışıyorum. Ve evet, bu sürecin her anında Be So Busy’nin bana eşlik etmesinin katkısı çok büyük. :)









KADIN GİRİŞİMCİ VE BLOG YAZARI: BERNA ODUNCU
Share
  1. Wooow! Sen neler yapmışsın öyle Simoşum! Okurken hem Berna'nın başarı hikayesinin adım adım her anına hem de senin bu ropörtajını bu denli güzel yönetmene tek kelimeyle BA-YIL-DIM! Tam da sevdiğimiz o güçlü ve başarılı kadın profilini görmüş olduk. Gurur duydum şahsen, adıyla, sloganıyla büyüsün! Yüreğinize ve kalbinize sağlık canım kadınlar! <3 xoxo!

    YanıtlaSil